Roma Hukuku Tanım ve Kavram Soruları

METİN SORULARI

1.            Eşya hukukuna hâkim olan ilkelerden sınırlı sayı ilkesi ile sebebe bağlılık ilkesini açıklayınız. Bu ilkelerin Roma Hukukunda da bulunup bulunmadığı hakkında bilgi veriniz. (Her bir ilke 5 puan)
CEVAP:
Eşya hukukunun hemen her alanında karşılaşılan ilkelerden biri sınırlı sayı (numerus clausus) ilkesidir. Ayni hakların herkes anlaşılabilir olması için sınırlandırılması gerekmektedir.  Medeni Kanun bu amaçla ayni hakların sayısını mülkiyet hakkı ve sınırlı ayni haklar olarak sınırlandırmıştır. Dolayısıyla, taraflar bir eşya üzerinde ancak kanunun belirlediği bu haklardan birini tesis edebilirler, diledikleri tip ve muhtevada hak tesis edemezler. Borç ilişkilerinden farklı olarak, kanunun düzenlemediği bir ayni hak tesis edilemez. Roma Hukukunda sınırlı sayı ilkesi hem tasarruf işlemleri alanında hem de borçlandırıcı işlemler alanında geçerlidir. Bu nedenle ancak, kanunun kabul ettiği tasarruf işlemleri ve borçlandırıcı işlemler eşya üzerinde yapılabilmekteydi. 
Eşya hukukuna hakim olan bir diğer ilke ise sebebe bağlılık ilkesidir. Konusu taşınmaz olan ayni haklarla ilgili tasarruf işlemleri sebebe bağlı(illi)dır. Bu sonuca, Medeni Kanundan ulaşılabilmektedir. Taşınırların ise sebebe bağlılığı doktrinde tartışmalıdır. Bu konuda hakim görüş taşınırların da sebebe bağlı olduğu yönündedir. Sebebe bağlılık ilkesinin kabul edildiği hallerde, yapılan işlemin geçerli olabilmesi için o işlemin temelinde geçerli bir sebebin bulunması gerekir. Örneğin, taşınmazlarla ilgili tescil işleminin geçerliliği, bu işleme dayanak oluşturan geçerli bir borçlandırıcı işlemin bulunmasına bağlıdır. Eğer borçlandırıcı işlem yoksa ya da geçersizse, tescil işlemi de geçersizdir. Yapılan tescil yolsuz tescil teşkil eder ve aleyhine yolsuz tescil yapılan kimse, bu tescilin düzeltilmesini talep edebilir. Bu bağlamda, Roma Hukuku’nda üç türlü sebep kabul edilmiştir. Bunlar alacak sebebi (causa credendi), ifa sebebi (causa solvendi) ve bağışlama sebebi (causa donandi)’dir. Şu halde, bir hukuki işlem ancak bu sebeplerden biri düşünülerek yapılabilir. Ancak ifade etmek gerekir ki, Roma Hukuku’nda sebebe bağlı olmayan hukuki işlemlerde kabul edilmiştir. Sebebe bağlı olmayan, soyut hukuki işlemlerin temeli Roma Hukuku’dur ve Roma Hukuku’ndaki en önemli hukuki işlem stipulatio akdidir.
2.            Evlenmenin şeklinin Roma Hukuku, Türk Hukuku ve İslâm Hukukunda nasıl olduğunu karşılaştırarak açıklayınız. (10 puan)
CEVAP:
Pek çok hukuk sistem, evlenmeyi belli şekil şartlarına ve merasimlere tabi tutmuştur. 
Roma’da da evlilik basit bir birleşme olarak görülmemiştir. Hıristiyanlıktan önce her ailenin ayrı bir dini olduğu için evlenen kadın aynı zamanda dinini de değiştirmekte ve kocasının ailesinin dinine girmekteydi. Bu nedenle evlenme, bir takım dini merasimlerin yapılmasını gerektiren önemli bir işlem olarak görülmüştür. Fakat bu merasimler hukuken geçerli bir evliliğin kurulması için şart değildi. 
Hukuken geçerli bir evliliğin kurulabilmesi için gerekli olan tek şart, evlenme engelleri bulunmamak kaydıyla tarafların bu konudaki iradelerini beyan etmeleriydi. Evlenecek olan kişilerin karşılıklı olarak anlaşmaları (consensus) ve evlenme konusundaki iradelerini beyan etmeleri ile hukuken geçerli bir evlilik kurulmaktaydı. Tarafların bu irade ve niyetlerine affectio maritalis deniyordu. Evliliği meydana getiren sadece bu niyetti. Ayrıca bu niyetin açık bir şekilde beyanına da gerek yoktu. Bir de toplum içinde karı koca gibi görünmek olan honor matrimonii’den bahsedilir ki, bu evliliğin geçerliliği için ayrı bir unsur değil, affectio maritalis’in bir karinesi olarak kabul edilmekteydi.
Bugünkü hukukumuzda ise sadece taraf iradesi evliliğin kurulması için yetmemektedir. Tarafların bu iradelerini yetkili evlendirme memuru önünde beyan etmeleri gerekmektedir. Buna merasimli şekil denir. Taraflar, evlendirme memurunun evlenmeyi kabul ediyor musun şeklindeki sorusuna olumlu cevap verince akit tamam olur. Yetkili memur önünde yapılmayan evlenme YOK hükmündedir.
Eski hukukumuzda olan İslam Hukuku’nda ise evlenecek kişilerin bu yöndeki iradelerini şahitler huzurunda açıklamaları gerekmektedir. Karşılıklı olarak iradelerin açıklanmasıyla akit tama olur. Merasimi yöneten bir memura ya da imama gerek yoktur.
3. Hata nedir? Bir hatanın esaslı olup olmadığı nasıl belirlenir? Hatanın esaslı olup olmamasının sonucu nedir? Vasıf hatası ne demektir? Hukuki işlemin geçerliliğine etki eder mi? Açıklayınız. (10 puan) CEVAP:
İrade ile beyan arasında bilmeden, istemeden uygunsuzluk meydana gelebilir. Bu uygunsuzluk kişinin dalgınlığından, dilinin sürçmesinden, yabancı dilde yapılan sözleşmelerde belli bir kelimeye yanlış anlam yüklenmesinden, irade bir haberci ya da benzeri bir vasıta ile muhataba bildiriliyorsa vasıtanın katasından kaynaklanabilir. İşte irade ile beyan arasında bilmeden, istemeden meydana gelen bu tür uygunsuzluklara hata (error) adı verilir. Hata halinde irade sağlıklı şekilde bir biçimde oluşmuş; fakat dış dünyaya yanlış bildirilmiş, açıklanırken hataya düşülmüştür.
Bugünkü hukukumuzda öncelikle esaslı hata- esaslı olmayan hata ayrımı yapılmış, esaslı hata halinde hataya düşenin sözleşmeyi İPTAL edebileceği kabul edilmiştir. Esaslı olmayan hata hallerinde ise hataya düşene akdi iptal yetkisi tanınmamıştır. 
Esaslı hata, sübjektif görüşe göre, hata eden kişinin gerçek durumu bilseydi yapmayacağı hatadır. Beyan sahibi beyanın hatalı olduğunu bilseydi böyle bir beyanda bulunmaz, bu hukuki işlemi yapmaz ya da en azından bu şartlarda yapmazdı diyebiliyorsak esaslı hatadan söz edilir. 
Objektif görüşe göre ise hata eden kişinin düşünceleri önem taşımaz. O iş çevresindeki anlayışlar ve uygulamalar dikkate alınarak makul bir değerlendirme yapılmalı ve buna göre hatanın esaslı olup olmadığı tespit edilmelidir.
Bazı yazarlara göre ise her iki kıstas birlikte dikkate alınmalıdır. 
Vasıfta hata (error in qualitate- error in susantantia) ise hukuki işlemin konusunu oluşturan şeyin temel niteliklerinde, özünde, temel vasıflarında düşülen hatadır. Buna temel hatası da denir. Örneğin, el dokuması halı almak isteyen bir kimse fabrika halısı, altın tepsi almak isteyen bir kimse bakır tepsi almışsa temel hatasına ya da vasıfta hataya düşmüştür. Her iki örnekte de konuda hataya düşülmemiş, fakat aldıkları şeyin temel niteliğinde hataya düşülmüştür.
Vasıfta hata halinde aslında irade ile beyan birbirine uygundur. Fakat iradenin oluşumunda bozukluk vardır. İşte, hukuk düzeni bu tür hataları hakkaniyet gereği bazen esaslı hata saymış ve hata edenin hukuki işlemi iptal edebileceğini kabul etmiştir. 
Vasıfta hata halinde hataya düşenin hukuki işlemi iptal edebilmesi için hatanın esaslı olması gerekir. Vasıf hatası aslında bir saik hatasıdır ve kural olarak saik hatası hukuki işlemin geçerliliğine etki etmez. Bununla beraber eğer saikte hata eden kişinin sübjektif düşüncesine, ticari doğruluk kurallarına ve i işlerdeki yaygın teamüllere göre, yanlış olarak tasavvur edilen olay ya da durumlar sözleşmenin zorunlu temeli sayılabiliyorsa, bu hata bir esaslı saik hatası ya da başka bir ifadeyle temel hatasıdır. Şu halde, vasıf hatasının esaslı hata sayılabilmesi için öncelikle hata edenin saikte hataya düşmüş olması; ikinci olarak kişinin bu hatasını sözleşmenin zorunlu temeli olarak kabul etmesi ve nihayet ticari doğruluk kurallarının ve o işlerdeki yaygın anlayışın bu hatayı esaslı hata olarak kabul etmesi gerekir.
4. Roma’nın Cumhuriyet’ten imparatorluğa geçiş süreci hakkında bilgi veriniz. Bu süreçte neler yaşandığı ve hangi evrelerden geçildiği konusundaki düşüncelerinizi açıklayınız. (10 puan)
CEVAP:
Roma Devleti tarihi açıdan dört döne ayrılmaktadır. Bunlar: Krallık, Cumhuriyet, İlk İmparatorluk ve Son İmparatorluk dönemleridir. 
Roma’da devlete hakim olan üç organ bulunmaktaydı. Bu organlar magistra, halk meclisleri ve Senatus’tu. 
Krallık döneminin tek magistrası kraldı ve kral her türlü yetkiye sahipti. Kralın yetkilerinin sınırsız oluşu zamanla hoşnutsuzlukların artmasına yol açtı ve kral bir halk ayaklanmasıyla görevden uzaklaştırılarak yerine Çumhuriyet olarak adlandırılan yönetim biçimi kuruldu.
Cumhuriyet döneminde consul adı verilen iki magistra aynı anda görev yapıyordu. Görev süreleri bir yıldı ve yetkileri sınırlıydı. Ayrıca yeniden consul seçilebilmek için on yıl beklemek gerekiyordu. Kanun yapma yetkisi halk meclislerine aitti. Senatus bir danışma organı olmakla birlikte consullere karşı oldukça güçlü bir konumdaydı. Cumhuriyet döneminin en önemli özelliği consullerin yani yürütme organının yasamaya göre oldukça zayıf durumda olmasıydı. Yargı ise tamamen bağımsızdı. Zira yargılama işlerine özel hakemler bakıyordu.
Roma Devleti bu şekilde yaklaşık beş asır başarılı bir şekilde idare edildi. Bu durum hem devletin hem de hukukun güçlenmesine neden oldu.
Dönemin sonlarına doğru ordunun gücünü arkasına alan ve cumhuriyeti de içine hiç sindiremeyen Caesar mutlak bir yönetim tesis etmek istedi. Bunun için halk meclislerinin ve senatusun yetkisini azaltması, yargıyı kendine bağlaması ve görev süresini uzatması gerekiyordu. Bu nedenle yeniden consul seçilebilmek için gerekli olan on yıllık bekleme süresini kaldırttı. Yeniden consul oldu. Bu şekilde on yıl kendisini consul seçtirdi. Krallığını ilan etmeye hazırlanırken öldürüldü. Taht mücadelesini evlatlığı Gaius Octavius kazandı, Agustus unvanını alarak tahta çıktı. Agustus’un tahta çıktığı dönem ilk imparatorluk döneminin başlangıcıdır.
Bu dönemde magistraya princeps adı veriliyordu. Princepsler ömür boyu görev yapıyordu. Güçlerini arttırmak isteyen Princepsler halk meclislerini toplamamaya başladılar. Senato toplanıyor ve kanun gücünde kararlar alıyordu. Fakat giderek güçlerini arttıran princepsler senatoyu de kontrolleri altına almayı başardılar. Önceleri kanun tasarıları senatoda okunup, tartışılıp oylanırken bir süre sonra tartışılmadan oylanmaya başlandı. Zaten princepsin emrine girmiş olan senatörler için tasarıya olumlu oy vermekten başka bir seçenek de bırakılmıyordu. Böylece yavaş yavaş, sessiz sedasız tam bir mutlakiyete geçilmiş oldu. İmparatorluk döneminde ise imparatorlar, senatoyu da toplamadan kanun gücünde emirnameler yayınlamaya başladılar.
İlk imparatorluk döneminin sonlarına doğru yargılama işi de princepslere bağlı devlet memurlarına gördürülmeye başlanmış böylece yargı da bağımsızlığını önemli ölçüde kaybetmişti.