Roma Hukuku Metin ve Kavram Soruları 2

1. Mücbir sebep (vis maior) ve olağanüstü hal (casus fortuites) kavramlarını açıklayarak, Roma Hukukunda mücbir sebep ve olağanüstü halin sorumluluğa ne şekilde etki ettiği hakkında bilgi veriniz.
CEVAP
Zarar veren kişinin faaliyet alanı ya da işletmesinin dışında meydana gelen, kaçınılmaz bir biçimde zararlı sonuca yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olaya mücbir sebep (vis mair) adı verilir.
Mücbir sebep bugünkü hukukumuzda uygun illiyet bağını kesen hallerden biridir. Roma Hukukunda ise kusuru ortadan kaldıran bir sebep olarak görülmüştür. Bununla beraber her iki hukuk sisteminde de mücbir sebep halinde zarar verinin sorumluluğunun bulunmayacağı kabul edilmiştir. 
Olağanüstü hal de tıpkı mücbir sebep gibi zarar verenin iradesi dışında meydana gelen, önceden kestirilemeyen bir olaydır. Olağanüstü hale, beklenmeyen hal, umulmayan hal ya da fevkalâde hal de denir.
Mücbir sebep, olağanüstü halden farklı olarak daha büyük bir şiddet ve kaçınılmazlık ifade eder. Mücbir sebep teşkil eden olayın önüne geçmek, engel olmak mümkün değilken, olağanüstü halin önüne geçilmesi, zararının önlenmesi mümkündür. Öte yandan mücbir sebep her zaman sorumluluğu ortadan kaldırırken umulmayan olay öyle değildir. Özellikle kusursuz sorumluluk hallerinde, umulmayan olay sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Ayrıca umulmayan olaylar illiyet bağının kesilmesine de neden olmazlar.
2. Custodia ve omnis culpa sorumluluğu ne demektir? Her bir sorumluluk türünün uygulandığı en az iki sözleşme türünü örnek vererek açıklayınız.
CEVAP
Custodia sorumluluğu Roma Hukukunda klâsik dönemde özellikle sözleşme hukuku alanında kusursuz sorumluluğun önemli bir ölçüsü olarak kullanılmıştır. Gözetim ya da nezaret sorumluluğu demektir. Ağırlaştırılmış bir kusursuz sorumluluk türüdür. Bu sorumluluk türüne göre, bazı sözleşme çeşitlerinde, bir başkasının malını elinde bulunduran kişi mala gelecek zararlardan kusuru olmasa bile sorumluydu. Custodia sorumluğunun sözkonusu olduğu hallerde borçlu, kendisine bırakılan şeyin dikkatle ve devamlı bir nezaretle önlenmesi mümkün olan zararından sorumlu tutuluyordu. Diğer bir deyişle, borçlu, o malı yanından hiç ayırmasaydı zarar meydana gelmezdi diyebiliyorsak sorumlu olacaktır. Örneğin terzi kumaşı dükkanda bırakmış, terzinin hiç kusuru olmaksızın çıkan bir yangında kumaş yanmış veya hırsız tarafından çalınmışsa terzi sorumluydu. Zira eve giderken yanında götürseydi bu zarar olmayacaktı.
Roma Hukukunda otelcilerin, gemicilerin genel ahır sahiplerinin ariyet alanların ve istisna sözleşmesinde müteahhidin sorumluluğu custodia sorumluluğu idi.
Omnis culpa sorumluluğu ise tüm kusurlardan sorumluluk demektir. Iustinianus Döneminde kusursuz sorumluluk hallerinin büyük bir çoğunluğu terk edilmiş ve kusur sorumluluğu prensip olarak kabul edilmişti. Kusur sorumluluğunda ise ilke tüm kusurlardan sorumluklu. Yani borçlu. kastından, ağır ihmalinden ve hafif ihmalinden sorumlu tutuluyordu.
Örneğin satım sözleşmesinde satıcının, kira sözleşmesinde kiraya verenin, Iustinianus döneminde ortaklık sözleşmesinde ortakların, vekâlet sözleşmesinde vekilin sorumluluğu omnis culpa sorumluluğu idi.
3. Roma Hukukunda, hafif ihmalin tespitinde müracaat edilen soyut ve somut ölçüleri, uygulama alanları ile ilgili en az iki örnek vererek açıklayınız. Bu ölçülerin bugünkü hukukumuzdaki karşılıklarının hangi teoriler olduğunu yazarak kısaca açıklayınız.
CEVAP
Roma Hukukunda hafif ihlalin tespitinde iki ölçüya müracaat ediliyordu. Bunlardan biri soyut ölçü (culpa in abstracto), diğeri somut ömçü (culpa in concreto ) idi.
Soyut ölçüye göre bir kimsenin kusurunun bulunup bulunmadığı araştırılırken iyi bir aile babasının (bonus pater familias) göstereceği dikkat ve özen esas alınırdı. Eğer sorumluluğu araştırılan kişi somut olayda iyi bir aile babasından beklenen dikkat ve özeni göstermişse sorumluluğuna hükmedilmez aksi halde kusurlu olduğu kabul edilirdi.
Somut ölçüye göre ise bir kimsenin kendi işlerinde gösterdiği dikkat ve özen esas alınırdı. Eğer sorumluğu araştırılan kişi somut olayda, kendi işlerinde her zaman gösterdiği dikat ve özeni göstermişse kusurunun olmadığı kabul edilirdi. Ama somut olayda gösterdiği dikkat ve özen, kendi işlerinde gösterdiği dikkat ve özenin altında kalmışsa hafif ihmalinin bulunduğu kabul edilirdi. Buna göre kendi işlerinde tedbirsiz ve dikkatsiz bir kimse somut olayda da aynı şekilde davranmışsa sorumluluğuna hükmedilmezdi.
Roma’da genellikle soyut ölçüye müracaat edilirdi. Örneğin satım sözleşmesinde satıcının, vekâlet sözleşmesinde vekilin, kira sözleşmesinde kiraya verenin kusuru bu ölçüye göre belirlenirdi. Fakat borçlunun sorumluluğunun hafifletilmesinin istendiği hallerde somut ölçüye müracaat edilirdi. Örneğin ortaklık sözleşmesinde ortakların kusuru somut ölçüye göre belirlerdi. Vesayet ilişkisinde vasinin, karısının cihaz olarak getirdiği malların idaresinde kocanın göstereceği dikkat ve özen bu ölçüye göre belirlenirdi.
Günümüzde kusuru açıklayan iki teori bulunmaktadır. Bunlardan biri objektif teori diğeri ise sübjektif teoridir. Objektif teori makul, mantıklı dürüst orta zekâlı bir kimsenin göstermesi gereken dikkat ve özeni esas alır ki bu aslında Roma Hukukunun soyut ölçüsüne karşılık gelmektedir. Sübjektif teori ise somut olaydaki kişinin yaşı cinsiyeti, eğitim durumu gibi sübjektif ölçüleri esas alır. Bu ölçülere göre bir kimse zararın ortaya çıkmaması için yapabileceği her şeyi yapmışsa kusurlu olmadığı kabul edilir. Sübjektif teori Roma Hukukundaki somut ölçüye karşılık gelmektedir.
4. Kazandırıcı zamanaşımı nedir, Roma Hukukunda kazandırıcı zamanaşımının şartları nelerdir? Her bir şartı yazarak kısaca açıklayınız.
CEVAP
Kazandırıcı zamanaşımı, mülkiyeti kazandıran yollardan bir tanesidir. Buna göre bir kimse bir mala belli şartlarla, belli bir süre zilyet olursa o malın mülkiyetini kazanır.
Roma Hukukunda kazandırıcı zamanaşımının şartları şunlardı:
1.            Res habilis (eşyanın zamanaşımı ile kazanmaya elverişli olması). Eşyanın her şeyden önce özel mülkiyete ve alış verişe konu olabilen bir eşya (res commercium) olması gerekiyordu. Res extra commercium sayılan şeyler zamanaşımı ile kazanılamazdı. Ayrıca çalınmış ya da gasp edilmiş eşyanın da bu yolla iktisabı mümkün değildi.
2.            Possessio (zilyetlik). Eşyaya belli bir süre zilyet olmak gerekiyordu. Ancak her türlü zilyetlik zamanaşımı ile iktisaba elverişli değildi. Zilyedin İyiniyetli ve malik sıfatıyla zilyet olması gerekiyordu.
3.            Tempus (süre). Zilyetliğin belli bir süre kesintisiz devam etmesi gerekiyordu. Bu süre klâsik dönemde taşınırlar için 1 yıl, taşınmazlar için 2 yıldı.
4.            Iusta causa (hukuki sebep). Zilyedin zilyetliği belli bir hukuki sebebe (haklı sebebe) dayanmalıydı.Örneğin satım sebebi, bağışlama sebebi, cihaz sebebi gibi.
5.            Bona fides (iyiniyet) Zilyedin İyiniyetli olması gerekiyordu. Yani zilyet başkasının hakkına zarar vermediğinin bilincinde olmalıydı.
Bu şartlar sağlanmışsa sürenin sonunda zilyet o malın mülkiyetini kazanmış oluyordu.
5. Roma Hukukunun Iustinianus’tan sonraki gelişimi ve Avrupa Hukukunu nasıl etkilediği hakkında bilgi veriniz.
CEVAP
Iustinianus’tan sonra Roma Hukuku hızla bozulmaya başlamıştır. Fakat 11. yüzyılda yeniden canlanmaya başlamıştır. Bunun görünürdeki sebebi Digesta’nın el yazması bir nüshasının bulunması, gerçek sebebi ise gelişen ticarî ihtiyaçlar karşısında mahalli hukukların yetersiz kalmasıdır.
Roma Hukukunun Avrupa Hukukunu etkilemesi özellikle glossatorlar ve postglassatorlar sayesinde olmuştur.
Glossatorlar tarafından İtalya’nın Bologna şehrinde Roma Hukuku araştırmalarına başlanmıştır. Fakat bu araştırmalar teorik araştırmalardır. Glossatorlar Corpus Iuris Civilis’in neredeyse her bir kelimesi şerh etmek suretiyle bu araştırmaları sürdürmüşler, ancak 13. yüzyıla gelindiğinde açıklanacak konu kalmadığı düşüncesiyle faaliyetlerine son vermişlerdir. 
13. yüzyıldan sonra ise Postglassatorların faaliyetleri başlamıştır. Postglossatorlar sadece teorik açıklamalarla yetinmemişler, Roma Hukukunun nasıl uygulanacağı meselesi ile de ilgilenmişler, pratik meselelere çözümler bulmaya çalışmışlardır. 
Glossatorlar ve Postglossatorların bu faaliyetleri hukuk alanında Bologna’yı bir cazibe merkezi haline getirmiş, Avrupa’nın dört bir yanından hukuk tahsil etmek için Bologna’ya öğrenciler gelmiştir. Bologna’da hukuk tahsil eden öğrenciler ülkelerine döndüklerinde Roma Hukuku bilgilerini uygulamaya koymuşlardır. Bu arada Almanya gibi bazı ülkeler Roma Hukukunu ortak hukuk olarak benimsemişlerdir. Bunun anlamı şudur: Hakim önüne gelen olayda kendi mahalli hukukunu uygulayacak, eğer kendi hukukunda çözüm bulamazsa Roma Hukukunu tatbik edecektir. Böylece neredeyse tüm Avrupa’da bu yolla Roma Hukuku uygulanmaya başlanmıştır. 19. yüzyılda kanunlaştırma hareketleri başladığında mahalli hukukların yanı sıra Roma Hukuku kuralları da maddeleştirilerek medeni kanunlara alınmıştır. Bu şekilde Roma Hukuku pek çok ülkenin medenî kanuna girmiş dolayısıyla Avrupa özel hukukunu derinden etkilemiştir.