Türk Hukukunda Tutuklama

            Başlangıç olarak Türk doktrininde tutuklama tanımlarını incelemek gerekirse, tutukluluk; “bir yargıç kararıyla anayasada ve yasada belirtilen koşulların gerçekleşmesi ile, bir kişinin henüz suçluluğu hakkında kesin karar verilmeden önce, özgürlüğün kaldırılmasıdır” şeklinde tanımlanabileceği gibi “zorunlu hallerde hakimin verdiği karara dayanılarak henüz bir yargı ile hürriyeti kaldırıcı cezaya mahkum olmadan bir sanığın kişi hürriyetinin kaldırılması, bir diğer söyleyişle tutuk durumuna sokulmasıdır” şeklinde de tanımlanabilir.

Temyiz makamı olan Yargıtay’a göre ise tutuklama; “tutuklama, ceza yargılamasının güvenli yürümesini ve amaca erişmesini sağlamaya yönelik, yargılama hukuku açısından zorunlu hallerde hakimin verdiği karara dayanan bir önlemdir. Ancak, tutuklama, bir önlem olduğu kadar kişi özgürlüğünün kısıtlayan bir mahiyet de taşımaktadır”

            Doktrin ve Yargıtay tanımlamaları oldukça benzer olmakla birlikte hassasiyet ile üzerinde durulması gereken nokta; tutuklamanın ağır bir tedbir olması nedeniyle istisnai bir metod olarak ve sadece adli kontrol uygulamalarının yeterli olmadığı durumlarda uygulananabilmesi gerektiğidir. Doktrinde de belirtildiği gibi “tutuklama son çare (ultima ratio) olarak uygulanması gereken” bir tedbirdir.
A- 1982 Anayasası Uyarınca Tutuklama
Mevcut anayasamız olan 1982 Anayasası’nın “kişi hürriyeti ve güvenliği” başlığını taşıyan 19. maddesi, kişi
özgürlüğü ve bu özgürlüğün gereksiz ihlallerinin önlenmesi hakkında anayasal güvenceleri içermektedir. Madde, bu güvencenin sağlanabilmesi açısından; kişi özgürlüğünün en tipik ihlali olabilecek bir durum olan, “tutuklama” uygulaması hakkında da hükümler içermektedir.
“ Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.”
1982 Anayasası’nın 19. maddesi; aynı kişi özgürlügünü güvence altına alan İHAS’ın 5. maddesi gibi; herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliğine sahip olduğuna hükmederek başlar (Özgürlük karinesi) ve aynı şekilde bu özgürlüğün hangi şartlar halinde askıya alınabileceğini düzenleyerek devam eder. Bu düzenleme şekli de ortaya koymaktadır ki, özgürlük asıl kural, özgürlüğün ihlal edilmesi ise istisnadır. Anayasaya uygunluk açısından bu kuralın katı bir şekilde takip edilmesi gerekir.
“Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın
yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.”
19. madde, İHAS’ın 5. maddesi ile karşılaştırıldığında oldukça büyük benzerlikler görülecektir. Özellikle de kişi özgürlüğünün kısıtlanması hallerinin sayıldığı 2. fıkradaki istisnalar neredeyse aynıdır. Hatta, 19. maddenin özgürlükleri daha koruyucu bir tavır takındığı kabul edilmelidir. Örneğin, 19. madde; bir akıl hastasının, alkol bağımlısının ve madde içerisinde sayılan diğer unsurları taşıyan kişilerin ancak toplum açısından tehlike arzetmesi halinde tutulabileceğini belirtirken, İHAS’ın 5. maddesi böyle bir sınırlamaya gitmemiş; sadece “usulüne uygun olarak” diyerek bir sınırlama getirmiştir. Kaldı ki, Anayasamız’ın 19. maddesi; sayılan kişilerin ancak bir müessesede tedavi, eğitim ve ıslah amacı ile tutulabileceğini açıkça belirtmesine karsın, İHAS içerisinde böyle bir sınırlama da yoktur.
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
19. maddenin 3. fıkrası, tutuklamanın ancak yargıç kararı ile uygulanabilecegini ve tutuklamanın ancak
zorunlu olunması durumunda, kanunla düzenlenen şartlar altında gerçeklestirilebileceğini hüküm altına almıştır. Anayasal bir düzenleme olan bu durumun istisnası bulunmamaktadır. Ancak burada belirtilmelidir ki, Anayasamız;
tutuklama yapılabilmesi için, diğer nedenlerin yanında, suçluluk hakkında kuvvetli “belirti” bulunmasını yeterli görmektedir.
“Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun  hemen mümkün olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir.”
19. maddenin 4. fıkrası  “bilgilendirilme hakkını” düzenlemektedir. Uygulamada, basitçe geçilen ve isnat edilen suç hakkında matbu formların doldurulmasından ibaret olan durum, aslında anayasal bir hakkın uygulamadaki yansımalarıdır. Bu nedenle, bilgilendirme hakkının uygulamasındaki sorunlar giderilmeli ve anayasaya uygun hal ve açıklığa getirilmelidir.
“Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hâkim önüne çıkarılır.  Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş hallerinde uzatılabilir.”
19. maddenin 5. fıkrası ise 2001 değişikliği ile, ciddi şekilde kısıtlayıcı bir düzenleme getirmektedir. Türkiye
geçmisindeki kötü hatıraların tekrarının önlenmesi amacı ile 19. madde metninin içerisine; yargıç önüne çıkarılma için “en kısa”, “derhal” gibi soyut zaman süreçleri yerine, saat gibi somut zaman süreçleri konmuştur. Bu süreler,
gönderilme, yani yolda geçecek süre hariç, 48 saat ve toplu olarak işlenen suçlarda 4 gündür. Anayasal bir güvence olarak en uzun sürelerin hüküm altına alınmış olması olumlu ve kişi özgürlüğüne verilen önemi yansıtan bir
düzenlemedir. Zira tutulanların en çok bu süreler içinde yargıç önüne çıkarılması zorunlu iken, görevliler, tutulanları daha önce de yargıç önüne çıkarabilirler.
Fıkranın son cümlesi ile fıkranın getirdiği kişi özgürlüğünü koruyucu yanı zarar görmektedir. Zira bu cümle ile olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş hallerinde yukarıda sayılan sürelerin uzatılabileceği belirtilmektedir. Buna karşın bir süre sınırı getirilmemesi, bu gibi durumlarda kişi özgürlüğünün belirsiz süreli olarak askıya alınmasına yol açabilecektir. Tutulanlar açısından hayati bir hak olan yargıç önüne çıkarılma hakkının, belirsiz bir süreye bağlanması çok ciddi sorunlara yol açabilir.
“Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı, yakınlarına derhal bildirilir.”
19. maddenin 6. fıkrasındaki sınırlamalar, 2001 değisikliği ile kaldırılarak, kişinin yakalandığının veya
tutuklandığının yakınlarına derhal bildirileceği hüküm altına alınmıştır.
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
19. maddenin 7. fıkrası, “yargıç önüne çıkarılma hakkı” ile “makul bir süre içinde yargılanma hakkını” düzenlemektedir. Ayrıca, serbest bırakılmanın güvenceye bağlanabilmesi kabul edilmis, bu da hukukumuzda güvence miktarı (kefalet) sisteminin anayasamızda yerini bulmasını sağlamıştır. Uygulamamızda nadiren rastlanan bu hakkın da anayasaya dayandığı böylece ortaya çıkmaktadır.
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
19. maddenin 8. fıkrası da “mahkemeye ulaşma” hakkını koruma altına almaktadır. Böylece tutulan, anayasal
bir hakka dayanarak, tutukluluğunun incelenmesini yargı mercilerinden talep edebilir.
“Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.’
19. maddenin son fıkrası ise, tutulanların uğradıkları zararların devletçe tazmin edilmesi yükümlülüğünü getirmektedir.
19. madde genel yapısı itibarı ile, ancak en son çare olarak tutuklamaya başvurulmasını, tutukluluk süresince
tutulanın haklarına saygı gösterilmesini ve bu önlemlere karşın bir zarar oluşursa, bunun devlet tarafından tazmin edilmesini hüküm altına almaktadır.
B- CMK Uyarınca Tutuklama
Tutuklama; 5271 sayılı CMK’nın 100 ve devam eden maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Tutuklamanın ana düzenleme ve şartları konu başlıkları altında incelenecektir.
1.      Tutuklama Nedenleri
 Madde 100 –
(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.”
CMK’nın 100. Maddesi tutuklama nedenlerini düzenlemesi açısından en önemli maddedir. Maddenin ilk göze çarpan özelliği, tutuklamanın hem şüpheli hem de sanıklar hakkında uygulanabileceğidir. Bu yönüyle tutuklama hem soruşturma hem de kovuşturma aşamasında gündeme gelebilen en kuvvetli koruma tedbiridir. Henüz soruşturması devam eden, suç ve suçlunun ortaya çıkartılması aşaması olarak da tanımlanabilecek bir aşamada, kişilerin özgürlüğünden tasarruf edilmesi riskli ancak bazı durumlarda oldukça gerekli bir uygulamadır.
Birinci fıkra, tutuklamanın uygulama şartlarını düzenlemesi açısından da önemlidir. Zira fıkra, ancak “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular” ve bir “tutuklama nedeninin” birlikte bulunması durumunda tutuklama yapılabileceğini düzenlemektedir. Burada en önemli husus iki unsurun birlikte bulunması zorunluluğu ve bu iki unsur birlikte bulunsa dahi tutuklamaya başvurmanın zorunlu olmaması hususudur. Zira, fıkra içerisinde geçen “tutuklama kararı verilebilir” ibaresi tutuklama konusunda yargıçlara bir serbestlik tanımaktadır. “Zorunlu tutuklama” müessesinin düzenlenmemiş olması, CMK tarafından ihtiyari tutuklama tipinin tercih edildiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca kanun metninde belirtilen “ kuvvetli şüphe “ kavramı aranan en üst derecede şüphe anlamına
gelmektedir.
Böylece CMK , tutuklama yapabilmek için, şüphe seviyesini oldukça yukarıda tutmaktadır. Bunun yanında “kuvvetli suç şüphesini gösterir olgular” denerek, şüphenin olgularla desteklenmesi gerektigi zorunluluğu CMK içerisinde
açıkça belirtmiştir. Böylece CMK’nın, ancak kuvvetli şüpheyi destekleyen maddi bazı olguların bulunması halinde tutuklamaya izin verdiği belirtilmelidir.
            Maddenin takip eden fıkralarında da “tutuklama nedenin” varsayılabileceği durumlar örnek vermek şeklinde sayılmıştır. Zira fıkra içerisinde sayılanlar kısıtlayıcı ve mutlak bir tarzda kesinleştirilmemiş, “sayılabilir” denerek örneklendirilmiştir.
            100. maddenin son fıkrası kısıtlandırmaya yönelik bir fıkradır. Bu fıkra gereğince; hapis cezasının sınırı bir yılı geçmeyen suçlar ve sadece adli para cezası gerektiren suçlar nedeni ile yargılananlar hakkında tutuklama kurumuna başvurulamayacağını düzenlemektedir. Bu fıkra da, tutuklamanın, özellikle de hafif cezalar içeren suçlar hakkında uygulanmamasını saglamak açısından önemlidir. Bu fıkra ile tutuklama gibi ciddi bir tedbirin, getireceği yarardan daha çok zarar getireceği durumlarda uygulanmasının önüne geçilmek istenmiştir.
            Son olarak belirtilmelidir ki, hukukumuzdaki tutuklama nedenleri CMK 100. madde içerisinde sayılanlarla
sınırlıdır. Kanunda sayılmayan bir nedene dayanarak tutuklama yapılamaz ve tutuklamanın devamını gerektiren nedenler daha sonra ortadan kalkmışsa tutuklamaya son verilmelidir.
            2- Tutuklama Kararı
            CMK’nın 101. maddesi “tutuklama kararı” başlığını taşımakta ve tutuklama kararının şartlarını düzenlemektedir. 1. fıkra uyarınca; soruşturma evresinde tutuklama kararı ancak,“Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından” verilir. Cumhuriyet savcılarının isteminin aranması, soruşturmanın başı konumundaki savcıların, dosya kapsamında tutuklamaya ihtiyaç duyulup duyulmadığını en iyi bilen kişiler olduğu düşünülmesi nedeniyledir. Kovuşturma evresinde ise, Cumhuriyet savcılarının istemi ile olabileceği gibi yargıçlar tarafından re’sen de tutuklamaya hükmedilebilecektir. Böylece kişi özgürlüğünün ancak bir yargıç kararı ile kısıtlanabileceği, idari ve adli diğer yollarla kişi özgürlüklerine müdahalede bulunulamayacağı düzenlenmiş olmaktadır.
            CMK’nın 101/2. fıkrası; Cumhuriyet savcılarının istemleri gibi; “tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda hukuki ve fiili nedenlerin” gerekçe içerisinde gösterilmesini emretmektedir.
Tutuklama kararının gerekçeli olması, kişi özgürlüğü ve güvenliği açısından çok önemlidir. Zira tutuklama gibi tehlikeli bir kurumun hangi gerekçeyle uygulandığının bilinmesi gerekir. Aksi halde kişi özgürlüklerinin kısıtlanması bireysel kanaatler ve keyfi uygulamalarla zedelenebilir duruma gelecektir.
            CMK’nın 101/2. fıkrasının sonunda, kararın içeriğinin şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilmesi ve kararın bir örneğinin kendilerine verilmesi düzenlenmiştir. bilgilendirme mükellefiyetinin mahkemelerimizce yerine getirilmesi ve sanık ile şüphelilerin özgürlükleri hakkındaki işlemleri açıkça anlamalarının sağlanması amaçlanmaktadır. Tutuklamanın istenmesi durumunda; şüpheli veya sanıkların bir müdafiin yardımından yararlanması, kendileri açısından bir hak, mahkemelere ise yüklenen bir sorumluluk olarak CMK’nın 101/3. fıkrasında düzenlenmiştir. CMK’nın 101/4. fıkrasında tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanığın derhal serbest bırakılacağı düzenlenmiştir.
CMK’nın 101. maddesinin son fıkrası, 100. madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebileceğini düzenlemektedir.
Madde metni, özellikle hem Cumhuriyet savcılarının tutuklama istemlerinin hem de mahkemelerin tutuklama kararlarının gerekçeli olmasını araması açısından önemlidir. Son fıkrada düzenlenen itirazların etkili olabilmesinin tek yolu da gerekçe şartının, gerçek anlamı ile tutukluluk kararlarına girebilmesidir.
3- Tutuklulukta Geçecek Süre
            CMK’nın 102. maddesi “tutuklulukta geçecek süre” başlığını taşımakta ve tutuklu yargılamalarda en uzun süreleri düzenlemektedir. Madde gereğince; ağır ceza mahkemelerinin görev alanına girmeyen işler için tutukluluk süresi en çok bir yıl olarak kabul edilmiştir. Ancak zorunlu hallerde bu sürenin; gerekçesi gösterilmek şartıyla, altı ay daha uzatılabileceği düzenlenmiştir.
 102. maddenin ikinci fıkrası ile de, ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren işlerde tutukluluk süresini en çok iki yıl olarak düzenlemektedir. Bir önceki fıkra ile aynı şekilde; gerekçe gösterilmesi şartıyla tutukluluğun toplam üç yılı geçmemek şartıyla uzatılabileceği düzenlenmiştir.
 Maddenin son fıkrası, uzatma kararı verilmeden önce Cumhuriyet savcısı, şüpheli veya sanık ile müdafiinin dinlenilmesinin gerektiğini düzenlemektedir.

KAYNAKÇA

Veysel Gültas, Tutuklama ve Kanun Yolları, Bilge Yayınevi, 2. Baskı, 2008, Ankara, s:5

Nurullah Kunter, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Kazancı Hukuk Yayınları, 7. Baskı, 1981, İstanbul, s: 521
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2006/1-4 Esas, 2006/7 Karar Sayılı ve 31.01.2006 tarihli kararı.
Mustafa Tarık Sentuna, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda Tutuklama ve Adli Kontrol, Adalet Yayınevi, 2. Baskı, 2007, Ankara, s:34.
İhtiyari tutuklama hakkında detaylı bilgi için bkz. Gültas, a.g.e., s:9, İhtiyari tutuklamanın önemi açısından ise bkz. Kunter, s. 525.
Aynı yönde yorum için bkz. Haluk Çolak, Mustafa Taskın, Açıklamalı-Karsılastırmalı- Uygulamalı Ceza Muhakemesi Kanunu, Seçkin Yayınları, Haziran 2005, s: 323;
Erdener Yurtcan, Ceza Avukatının El Kitabı, Vedat Yayıncılık, 7. Bası, İstanbul, Ekim 2006, s: 80 ve
Bahri Öztürk, Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınları, 9. Bası, Ankara,
2006, s:512, 513.