Borçlar Genel- İfa Konusu
İfa Konusuna İlişkin Bazı Notlar
I. Edimin Bölünebilir Olması
İfanın gereği gibi yapılmış olması için alacaklı, borçlanılan edimi kişi, yer, zaman ve içerik (nitelik ve niceliğine uygun olarak) bakımından doğru bir şekilde elde etmiş olmalıdır. Şu halde edimin bu şekilde ifa edilip edilmediğini belirlemek için, aşağıdaki soruların cevaplandırılması gerekir:
– Edimi kim ifa etmelidir?
– Kime ifa etmelidir?
– Nerede ifa etmelidir?
– Ne zaman ifa etmelidir?
– Neyi ifa etmelidir?
Bu soruların cevabı, ifanın konusunu tam olarak ortaya çıkartır. İfa, içerik olarak edime uygun olmalıdır. Yani borçlu olunan şey neyse o verilmeli veya yapılmalıdır. Yapmama borçlarında ise, neyin yapılmaması borçlanılmışsa, o yapılmamalıdır.
Bu sorulardan ilk ikisinin cevabı, “ifada borçlu ve alacaklının rolü” ve “üçüncü kişinin ifası” başlıkları altında önceki derslerde ele alınmıştı. İfanın yeri ve zamanı da ayrıca ele alınacaktır.
Borçlanılan şey değil de onun yerine başka bir şey (aliud) verilirse, borç ifa edilmiş olmaz. Hatta bu şey borçlanılan edimden daha değerli olsa da sonuç değişmez. Kuşkusuz alacaklı edim yerine başka bir şey verilmesi veya yapılmasına rıza gösterebilir. Bu durumda ifayı hedef tutan veya ifa yerine geçen edimde bulunulmuş olur. Bunlardan hangisinin söz konusu olduğu ve hukuki sonuçlarının neler olduğu aşağıda ayrıca incelenecektir.
İfanın konusunun ne olduğu (edim yükümlülüğünün içeriği) borcun kaynağına (sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme vs.) göre belirlenir. Somut olayda borcun kaynağı sözleşme ise, borçlanılan edimin somutlaştırılması taraflardan birine veya bir üçüncü kişiye bırakılmış olabilir. Bu tür anlaşmalar, emredici hükümlere aykırı olmamak koşuluyla geçerlidir. Özellikle borçlunun kişilik hakkını ihlal edecek şekilde edimin belirlenmesinin üçüncü kişi veya alacaklıya bırakıldığı sözleşmelerin kişiliğin korunmasına ilişkin MK md. 23 karşısında geçersiz sayılabileceği akıldan uzak tutulmamalıdır.
TBK’da edimin somutlaştırılmasına yarayan bir dizi yedek hüküm sevk edilmiştir. Çeşit borçlarına ilişkin TBK md. 86 ve seçimlik borçlara ilişkin TBK md. 87 böyledir. Buna göre, “Çeşit borçlarında hukuki ilişkiden ve işin özelliğinden aksi anlaşılmadıkça, edimin seçimi borçluya aittir. Ancak borçlunun seçeceği edim, ortalama nitelikten daha düşük olamaz” (TBK md 86). “Seçimlik borçlarda, hukuki ilişkiden ve işin özelliğinden aksi anlaşılmadıkça, edimlerden birinin seçimi borçluya aittir” (TBK md. 87).
Bu şekilde belirlenecek edim konusunun kural olarak bir defada ve bir bütün olarak yerine getirilmesi gerekir. Buna “edimin bölünemezliği ilkesi” diyebiliriz. Bu kuralla bağdaşmayacak şekilde bölünerek yapılan ifa, edime uygun sayılmaz. Alacaklı böyle bir ifayı kabule zorlanamaz. “Borcun tamamı belli ve muaccel ise, alacaklı kısmen ifayı reddedebilir” şeklindeki TBK md. 84/f. I kuralı bu ilkeyi düzenlemiştir. Bu nedenle, edimin bölünebilirliğinden ne anlaşılması gerektiği ortaya konulmalıdır:
Bir edim asli niteliklerini kaybetmeksizin bölünebiliyorsa, bölünebilir bir edim söz konusudur. Buğday, pirinç, elma gibi cins borcuna konu şeylerin kilolara, çuvallara veya konteynerlere bölünmesi asli niteliklerini kaybetmesi sonucunu doğurmaz. Bu nedenle cins borcu kural olarak bölünebilir niteliktedir. Buna karşılık bir bilgisayar, otomobil, televizyon… bölünemez niteliktedir. 10 otomobilin teslimi borcunu bölümler halinde eda edebilirsiniz ama tek otomobili kısmi ifaya konu etmeniz mümkün değildir. Yapmama borçlarında da durum böyledir. Belirli saatlerde gürültü çıkarmama borcunun bölünerek ifası mümkün değildir.
Sonuç borcu taahhüt edilen durumlarda da bölünme mümkün değildir: Bir yapının inşası, makine montajı, resim yapılması, bir davanın takibi gibi sonuç borcu içeren edimler bölünemez.
Bu tür borçlarda sonuç elde edilene kadar yapılan işler hep ifa hazırlığı olarak nitelendirilir. Sonuç teslim edilmedikçe kısmi de olsa ifa gerçekleşmiş olmaz. Buna karşılık para borçları, tıpkı çeşit borçları gibi nitelikleri itibarıyla bölünebilirdir.
Bu tür borçlarda sonuç elde edilene kadar yapılan işler hep ifa hazırlığı olarak nitelendirilir. Sonuç teslim edilmedikçe kısmi de olsa ifa gerçekleşmiş olmaz. Buna karşılık para borçları, tıpkı çeşit borçları gibi nitelikleri itibarıyla bölünebilirdir.
Bazen borcun konusunu bir tek edimin mi, birden çok edimin mi oluşturduğunun tespiti kolay olmaz. Sözleşmenin yorumundan tarafların bu konuda bir anlaşma yaptıkları sonucuna varılamıyorsa, edimin konusunu teşkil eden şeylerin amaç ve işlevleri bakımından bir bütün oluşturup oluşturmadığına bakılır. Örneğin bir tamir atölyesi için alınan takım aletlerinin veya kütüphane için sipariş edilen ansiklopedi ciltlerinin böyle bir bütün oluşturduğu söylenebilir. Fiziksel nitelikleri bakımından bölünebilir olan 10 otomobilin teslimi borcu, bir filo teşkili için amaç ve işlevleri bakımından bir bütün oluşturduğundan bölünemez sayılabilir. Birbirinin eşi olan iki ayakkabı da böyledir. Ama ünlü birinin terekesinde bulunan tek bir ayakkabı ayrı bir edimin konusu olabilir.
Şayet ayrı ayrı edimler söz konusu ise, bunların ayrı ayrı ifa edilebileceği kuşkusuzdur. Bunların her biri ifadır; kısmi ifa sayılmaz. Örneğin bir binanın yapılmasında tek bir sonuç borcu vardır. Buna karşılık dönemsel teslimatları içeren sürekli bir borç ilişkisinde, örneğin her haftanın ilk günü belirli miktarda belirli bir malın teslimi borcunda bölümsel ifa söz konusu değildir. Kira sözleşmesinde de kira borçlarının her biri dönemsel olarak ayrı ayrı doğar ve bunların yerine getirilmesi kısmi ifa oluşturmaz.
II. Kısmi İfa Yasağı ve İstisnaları
Edim yukarıda açıklanan özellikleri bakımından bölünebilir olsa da kanun koyucu alacaklının edimin bir bütün halinde ifasındaki çıkarını korumuş, alacaklıya dilerse kısmi ifayı reddetme hakkı tanımıştır: Bu kural TBK md 85/f. I’de şöyle ifade edilmiştir. “Borcun tamamı belli ve muaccel ise, alacaklı kısmen ifayı reddedebilir.”
Kısmi ifa teklifi alacaklı tarafından kabul edilmeyen borçlu, sadece teklif etmediği bölümden değil, borcun tamamından, ifa etmeme olgusunun hukuki sonuçlarına tabi olur.
Faiz, asıl alacağa bağlı ikincil (fer’i) nitelikte bir borçtur. Dolayısı ile alacaklı bakımından faiz ayrı bir alacak oluşturur. Bu nedenle faiz ödemesi kısmi ifa değildir. Borçlu faiz ve giderleri ödemek isterse alacaklı bunu reddedemez. Ancak faiz ve giderler ödenmedikçe anaparanın ödenmesini reddedebilir (TBK md. 100/f. I). Bu düzenlemenin kısmi ifa yasağına ilişkin TBK md 84/I ile ilişkisi aşağıda ayrıca ele alınacaktır.
Ancak alacaklı dilerse kısmen ifa talebinde bulunabilir. Borçlu buna karşılık kısmi ifada bulunabileceği gibi borcun tamamını ifa etmek de isteyebilir. Ancak alacaklının kısmen ifa talebine rağmen borçlu bunu dahi yerine getirmezse, borçlu bunun sonucuna katlanır. Yani borcun tamamı için alacaklı temerrüdüne düşmüş olur: “Alacaklı kısmen ifayı kabul ederse borçlu, borcun kendisi tarafından ikrar olunan kısmını ifadan kaçınamaz” (TBK 84/II).
Kısmen ifa talebinde bulunan alacaklının artık borçlunun kısmi ifasını kabul etmek zorunda olması, dürüstlük kuralının bir uygulama biçimi olan çelişkili davranış yasağından çıkartılabilir.
Tüm bu açıklamalarımıza rağmen, alacaklının kısmi ifa talebini reddedemeyeceği bazı durumlar söz konusudur. Bunlar:
1) Aksine Anlaşma Bulunması:
Açıkça veya örtülü olarak alacaklının kısmi ifada bulunabileceğine dair taraflar arasında bir anlaşma varsa, bu geçerlidir. Bu takdirde kısmi ifayı kabul etmeyen alacaklı, bu kısım için alacaklı temerrüdüne düşmüş olur.
2) Borcun Vadelere Bağlanmış Olması
TBK 84/I, “Borcun tamamı belli ve muaccel ise, alacaklı kısmen ifayı reddedebilir.” şeklindedir. Şu halde borcun tamamı muaccel olmamışsa, alacaklı muaccel olan kısmı kabul etmek durumundadır. Örneğin taksitlerden birinin vadesi gelmişse, bu hükme göre alacaklı bunun ifasını reddedemez. Ancak taksitlerin tamamı veya bir kısmı muaccel olmuşsa, borçlu artık bunları ayrı ayrı ifa etme hakkına sahip olmaz.
Buna karşılık, kira gibi ayrı tarihlerde doğacak borçların her biri ayrı borç oluşturur ve bunlar birikmiş olsa bile borçlu bunlardan dilediğini ödeyebilir. Bir sözleşmeye konu teşkil eden tek bir teslim borcunun, örneğin 100 ton buğdayın farklı partiler halinde teslimi de kısmi ifa sayılmaz.
Ancak bu hükmün ters anlamından, alacaklının muaccel olmayan alacağın kısmi ifasını kabul etmek zorunda olduğu sonucu çıkartılamaz.
3) Alacağın Tartışmasız Kısmının İfasını Kabul Zorunluluğu
Borç miktarının tartışmalı olduğu durumlarda alacaklı, tartışmasız kısma ilişkin teklifi kabul etmek zorundadır. Bu konu aşağıda (III’de) ayrıca ele alınacaktır.
4) Kısmi İfanın Reddinin Dürüstlük Kuralına Aykırı Olması
Her hak gibi alacaklının kısmi ifayı reddetmeye yönelik hakkı da kötüye kullanılabilir. Edimin miktarının büyüklüğü dolayısıyla bir defada ifası borçlu için çok büyük güçlük arzediyor veya ifaya sunulmayan kısım çok küçükse, bunu kabul etmemenin dürüstlük kuralına aykırı olduğu kabul edilebilir.
Örneğin, 100 ton pirinç veya buğdayın teslimi, art arda birkaç araçla yapılabilir. Dolayısıyla burada tek bir edimde ısrar edilmesi dürüstlük kuralına aykırı olur. Benzer biçimde 100 tonun 98 tonunu hazır eden borçluya karşı, 2 tonun hazır olmaması nedeniyle kısmi ifanın reddi de dürüstlük kuralına aykırı sayılabilir.
5) Özel Hükümlerin Kısmi İfaya İmkân Tanıması
Değişik kanunlarda kısmi ifa yasağını kaldıran hükümlerle karşılaşılması mümkündür. Bu tür durumlarda özel hüküm niteliğindeki kuralın uygulanması gerekir. TTK’da yer alan poliçe ve bono hamilinin kısmi ifayı reddedememesine ilişkin kurallar (TK 709/b. 2- 778/b. c) böyledir.
İİK md. 111 gereğince takip borçlusunun taksit talebini kabulü zorunluluğu bulunmaktadır: “Borçlu alacaklının satış talebinden evvel borcunu muntazam taksitlerle ödemeği taahhüt eder ve birinci taksiti de derhal verirse icra muamelesi durur. / Şu kadar ki, borçlunun kâfi miktar malı, haczedilmiş bulunması ve her taksitin borcun dörtte biri miktarından aşağı olmaması ve nihayet aydan aya verilmesi ve müddetin üç aydan fazla olmaması şarttır.”
Takas ve mahsuba ilişkin TBK md. 139 kuralı da bir istisna olarak belirtilebilir.
Kısmi İfanın Hukuksal Sonucu:
Alacaklının kısmi ifayı kabule zorunlu olduğu durumlarda veya alacaklının kendi iradesiyle kısmi ifayı kabul ettiği durumlarda, borçlu borcun ifa ettiği kısmından kurtulmuş olur. Alacak için bir teminat verilmişse bu teminat borcun ifa edilmeyen kısmını güvence altına almaya devam eder.
Ancak borcun sadece bir kısmı için teminat verilmiş olabilir. 1 milyon TL tutarındaki borcun 600 bin TL’lik kısmı için ipotek verilmiş olabilir. Bu takdirde borçlu, kısmi ödemeyi teminatlı kısma veya teminatı daha iyi olan bölüme saydıramaz (Örneğin borcun bir kısmı ipotekle bir kısmı kefaletle teminat altına alınmışsa, borçlu ödemenin ipotekli kısma sayılarak rehnin kaldırılmasını talep edemez). Bu husus TBK 100/II’de düzenlenmiştir.
TBK 100/II- Alacaklı, alacağın bir kısmı için kefalet, rehin veya başka bir güvence almış ise, borçlu kısmen yaptığı ödemeyi, güvence altına alınan veya güvencesi daha iyi olan kısma mahsup etme hakkına sahip değildir.
III. TBK 84 ve 100 Hükümleri Arasındaki İlişki Üzerine
TBK 84 ve 100 hükümleri arasındaki ilişki, öğrenci açısından karıştırılmaya müsait bir konudur. Aşağıda bu karmaşık sorunu elden geldiğince açık ve basit bir üslupla açıklamaya çalışacağız. Önce madde metinlerini verelim:
II. İfanın konusu
1. Kısmen ifa
MADDE 84– Borcun tamamı belli ve muaccel ise, alacaklı kısmen ifayı reddedebilir.
Alacaklı kısmen ifayı kabul ederse borçlu, borcun kendisi tarafından ikrar olunan kısmını ifadan kaçınamaz.
II. Mahsup
1. Kısmen ödemede
MADDE 100– Borçlu, faiz veya giderleri ödemede gecikmemiş ise, kısmen yaptığı ödemeyi ana borçtan düşme hakkına sahiptir. Aksine anlaşma yapılamaz.
Alacaklı, alacağın bir kısmı için kefalet, rehin veya başka bir güvence almış ise, borçlu kısmen yaptığı ödemeyi, güvence altına alınan veya güvencesi daha iyi olan kısma mahsup etme hakkına sahip değildir.
Bu iki hüküm, öncelikle birbirinden bağımsız şekilde okunmalıdır. Kenar başlıkları da bir zihin karışıklığına yol açabilir. Çünkü 84. maddenin kenar başlığı “kısmen ifa”, 100. maddenin kenar başlığı ise “kısmen ödemede” şeklindedir. Buna rağmen, kısmen ifa ile ilgili hüküm sadece TBK md. 100’dür.
TBK md. 100 hükmünde sözü edilen “faiz”, yine aynı maddede sözü edilen “ana borç”un bir “kısmı” değildir. Dolayısı ile 100. madde kısmi ifa ile ilgili değildir (vadesi gelmiş faiz ve masraf borcu bulunan borçlunun, bunları ifa etmeden yapacağı ödemeyi ana borca saydıramamasına ilişkindir).
O halde bu iki düzenleme arasında hiçbir ilişki yok mudur? Aşağıdaki örnek, bir ilişkinin nasıl kurulabileceğini anlamamıza yardımcı olacaktır:
Bir borç ilişkisinde ana borcun 10.000 TL, muaccel faiz borcunun ise 1.200 TL (toplam 11.200 TL) olduğunu varsayalım. Borçlu 8.000 TL ödemek istediği zaman alacaklı, bu teklifi kabul etmek zorunda mıdır?
Bu soruya olumsuz cevap verilmelidir. Ama bu olumsuz cevabın sebebi TBK md 100 değil, TBK md 84 hükmüdür. Çünkü 8.000 TL, ana borç olan 10.000 TL’nin sadece bir kısmını oluşturur. Alacaklı TBK md. 84/I uyarınca bu (kısmen ifaya yönelik) teklifi reddedebilir.
Şu var ki: bu hüküm (TBK 84) emredici olmadığından, alacaklı dilerse kısmi ifayı kabul edebilir; yani 8.000 TL’yi borçludan alabilir. Ancak bundan sonra TBK md. 100/I hükmü devreye girer. Çünkü borçlu faiz borcunu ödemekte geciktiği, yani muaccel faiz borcu bulunduğu için, alacaklı kısmen ifaya rıza gösterse bile, bunu öncelikle faiz ve masraf alacağına mahsup edebilecektir. Şu halde, 8.000 TL tutarındaki ödemenin 1.200 TL’lik kısmı faiz borcuna mahsup edilecek, bakiye 6.800 TL ise ana borçtan mahsup edilecektir. Böylece alacaklı, 10.000 – 6.800 = 3.200 TL bakiye alacağına faiz işletmeye devam edebilecektir.
Şimdi bu örneği biraz değiştirelim: Borçlu 8.000 TL değil de 10.000 TL ödeme teklifinde bulunsun! Acaba borçlu ana borcun tamamını ödemeyi teklif ettiğine göre, alacaklı bu teklifi kabul etmek zorunda mıdır?
Bu, bir kısmi ödeme teklifi gibi görünmemektedir; çünkü ana borç gerçekten 10.000 TL’dir. Faiz, asıl alacağa bağlı ikincil (fer’i) nitelikte bir borç olsa da, alacaklı bakımından ayrı bir alacak oluşturur. Bu nedenle faiz ödemesi kısmi ifa değildir.
İşte bu durumda, devreye yine TBK md. 100/I hükmü girer. Çünkü bu hüküm, muaccel faiz ve masraf alacağı bulunan alacaklıya, öncelikle bunların ödenmesini talep hakkını tanımaktadır. Alacaklı 10.000 TL’nin 1.200 TL’sini faiz borcuna sayma hakkına sahip olduğuna göre, borçlu aslında asıl alacağın sadece 8.800 TL’sini ödemeyi teklif etmektedir. Bu miktar ise kısmi ifa
oluşturur. Bu durum ise yeniden TBK md 84/I hükmünün uygulanmasını gerektirir. Yani alacaklı bu kısmi ifa talebini kabul etmeyebilecektir.
oluşturur. Bu durum ise yeniden TBK md 84/I hükmünün uygulanmasını gerektirir. Yani alacaklı bu kısmi ifa talebini kabul etmeyebilecektir.
Şu halde, her iki hükmün farklı olgulara ilişkin olduğu açıklık kazanmış oluyor. Ancak bu olgulardan birinin gerçekleşmesi, bir diğerinin uygulanmasını tetikleyebiliyor. İşte bu tetiklemenin gerçekleştiği durumlar için, söz konusu iki farklı hükmün birbiriyle bağlantılı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Alacaklı, kabul ettiği kısmi ödemeyi faiz gibi masraf alacağını da mahsup edebilir. Masraftan kasıt dava ve icra masrafları, protesto masrafları ve benzeri giderlerdir.
1) TBK 100/f. I, c. Son Hükmü Nasıl Anlaşılmalıdır?
Bu bağlamda, TBK md. 100/I, c. 2 hükmünde yer alan “Aksine anlaşma yapılamaz” şeklindeki hükümden ne anlamak gerektiği üzerinde de durulmalıdır. Hükmün bu kesin ifade şeklinden, emredici olduğu sonucuna varılabilir. Esasen öğretideki baskın görüş de bu yöndedir. Ancak bu hükmün neyi emrettiği konusunda –birkaç istisna dışında– açıklama yapılmadığını görüyoruz.
Eğer bu hükmü, hem lafzi yorumla geniş anlayıp hem de emredici sayarsak, yasa koyucunun hiç de arzu etmemiş olduğu sonuçlarla karşılaşabiliriz. Örneğin, borçlunun yapacağı kısmi ödemeyi kabul etmeyi sözleşme ile borçlanan alacaklı, ayrıca bu ödemeyi öncelikle faize değil de asıl borca mahsup etmeyi de kabul etmiş olsa, yasa koyucu bunu neden yasaklamak istemiş olsun! Alacaklıya, istemediği takdirde kısmi ödemeyi reddetmek hakkı tanındığı gibi, kabul ettiği kısmi ödemeyi de öncelikle faiz ve masraf alacağına mahsup etmek hakkı da tanınmıştır. Bundan daha fazla korunma ihtiyacı da yoktur. Dolayısı ile, kendi isteği ile bu korunmadan vazgeçen alacaklıya, “aksini kararlaştıramama kuralı” ile ilave bir korunma sağlanması düşünülmüş olamaz.
Bu hüküm, öğretide azınlıkta kalsa da güçlü bir şekilde savunulan şu görüşle daha amaca uygun yorumlanmış olacaktır. Aksini kararlaştıramama kuralı, borçluyu korumak için sevk edilmiş olmalıdır. Bunun için de, borçlunun muaccel bir faiz veya masraf borcu bulunmamasına karşın, yaptığı kısmi ödeme teklifini kabul eden alacaklının, bu kısmi ödemeyi öncelikle ileride muaccel hale gelecek faiz ve masraf alacaklarına mahsup etmek istemesi gerekir. Borç ilişkisinde zayıf konumda bulunan borçlu, muaccel faiz ve masraf borcu bulunmasa bile yapacağı kısmi ödemenin öncelikle vadesi gelmemiş faiz borçlarına mahsup edilmesini öngören bir anlaşmaya imza atabilir. İşte kanaatimizce, “aksine anlaşma yapılamaz” kuralı bu tür sözleşmeleri geçersiz saymaktadır.
Şu halde, TBK md. 100/f. I kuralı, borçlu lehine aksi kararlaştırılabilen bir düzenleme sayılmalıdır. Buna karşılık, bu kural borçlu aleyhine değiştirilemez. Bu da, borçlunun yapacağı kısmi ödemeyi öncelikle ana borca mahsup etmesine yönelik anlaşmaların caiz, borçlunun yapacağı kısmi ödemelerin vadesi gelmeyen faiz alacaklarına mahsup edileceğini öngören anlaşmaların ise hükümsüz sayılacağı anlamına gelir.
2) BK 84/II Kuralı
BK 84/f. II’de şu kural bulunuyor: “Alacaklı kısmen ifayı kabul ederse borçlu, borcun kendisi tarafından ikrar olunan kısmını ifadan kaçınamaz.”
Bu hükmü şöyle anlamak gerekir: Alacaklı kısmi ifayı kabule zorunlu değildir. Ancak borçlu, alacağın bir kısmını tartışma konusu ederek diğer kısmını ikrar etmiş olabilir. Örneğin alacaklının 10.000 TL alacak iddiasına karşılık, borçlu bu miktarın 8.000 TL olduğunu ileri sürerse, bu takdirde 8.000 TL’yi ödemekten kaçınamayacaktır.
Bu hüküm, “Borcun tamamı belli ve muaccel ise, alacaklı kısmen ifayı reddedebilir” şeklindeki eleştiriye açık düzenlemenin doğal sonucudur.
Bilindiği gibi, alacak tartışma konusu edilmişse “borcun tamamı belli” sayılmamakta, böylece borçluya kısmi ifada bulunmanın yolu açılmaktadır.
IV. “İfa Yerini Tutan Edim” – “İfa Uğruna Edim” Ayırımı
İfanın konusu, borçlanılan edimin yerine getirilmesidir. Dolayısıyla ifanın bu edime uygun olması gerekir. Şu halde borçlu, daha değerli olsa bile edimden başka bir şeyi yapmayı veya vermeyi teklif ettiğinde alacaklı bunu kabul etmek zorunda değildir. Ancak tarafların aksini kararlaştırmalarına herhangi bir engel de bulunmamaktadır. Bu tür anlaşmalar iki şekilde ortaya çıkabilir:
1) Taraflar borçlanılan edimden başka bir şeyin ifa yerine geçeceğini kararlaştırabilirler. Bu durumda “ifa yerini tutan eda” (datio in solutum =Leistung an Zahlungs Statt) söz konusudur. Mesela belirli miktarda bir para borcunun ifası yerine taraflar borçlunun elindeki değerli bir eşyanın (tablo/yüzük/otomobil vs) alacaklıya verilmesini kararlaştırabilirler. Bu durumda yüzüğün mülkiyetinin alacaklıya geçirilmesiyle borç sona erer.
2) Tarafların edimi değiştirmek yerine, alacaklının bu edimi elde etmesini sağlamak amacıyla başka bir şeyin verilmesi konusunda da anlaşabilirler. Bu durumda “ifa uğrunaedim” veya “ifa amacıyla yapılan edim” (datio solvendi causa = Leistung erfüllungshalber) söz konusu olur. Bu olasılıkta taraflar; borçlunun alacaklıya borcun ifasını sağlamak amacıyla bir şey vermesi ve alacaklının da bunu paraya çevirerek alacağını elde etmesi hususunda anlaşmaktadır. Yani amaç, ifa uğruna verilen şeyin paraya çevrilerek bununla asıl edimin gerçekleşmesini sağlamaktır.
Şayet satıştan elde edilen para asıl borca yeterli değilse, borç sona ermeyecektir. Buna karşılık daha fazla gelir elde edilirse, fazla para borçluya iade edilmelidir. Kuşkusuz alıcı özenli bir vekil gibi bu şeyin paraya çevrilmesinde azami geliri elde etmek için çaba göstermelidir.
Tarafların ne yönde anlaştığını beyanlarının yorumuyla ortaya koymak gerekir. Açık bir sonuca varılamıyorsa ifaya yönelik veya ifa uğruna edanın varlığı kabul edilmelidir. Çünkü aslolan edimin değiştirilmeyecek olmasıdır. Ancak borcun konusunu paradan başka bir şeyin oluşturduğu durumlarda, ifa yerine edanın (datio in solutum) tercih edildiği sonucuna varılabilir. Örneğin aynı model, marka ve özellikte siyah bir otomobil yerine lacivert olanı verilmişse, bunun asıl edimin yerine geçmesi amacıyla yapılmış olması hayatın olağan akışına daha uygundur.
Yrd. Doç. Dr. Nejat ADAY
Çok yardımcı oldu çok teşekkürler.