AİLE TOPLULUĞU – YARDIM NAFAKASI

 
AİLE TOPLULUĞU – YARDIM NAFAKASI
I.                   NAFAKA YÜKÜMLÜLÜĞÜ (NAFAKA YÜKÜMLÜSÜ VE ALACAKLISI)
MK m. 364/1’e göre, nafaka yükümlüsü olanlar, üstsoy ve altsoy kan hısımları ile kardeşlerdir. Üstsoy ve Altsoy hısımlar, hangi dercede olursa olsun yardım nafakası ile yükümlüdürler. Büyük baba, şartları gerçekleşmişse, torununa nafaka ödemek zorunda olduğu gib, bir kimsenin torun çocuğu da babasının büyük babasına nafaka ödeme yükümlülüğü altındadır.
II.                 YARDIM NAFAKASININ ŞARTLARI
1.       Yardım Nafakası Talep Edecek Olan Yönünden
Yardım nafakası talep edebilmenin şartı, herkes yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olmalıdır
(MK 364/1). Yoksulluğa düşme şartının bizzat talep edende gerçekleşmesi gerekir. Bir kişinin, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yoksul olmaları, ona nafaka isteme hakkını vermez. Bu halde, yoksulluğa düşecek olan kişiler bizzat kendileri yükümlü olan hısımlarından MK 364/1’e göre nafaka istemelidirler.
Yardım nafakası istenebilmesi için, talep anında yoksulluğa düşmüş olmak şart değildir. Yardım edilmemesi halinde yoksulluğa düşme tehllikesinin bulunması yeterlidir.
Genel olarak, yaşaması ve geçimi için zorunlu olan vasıtaları kendi olanakları ile (eöeği, malları vs.) temin edemeyen kimse yoksulluğa düüşmüş sayılır. Bundan da anlaşılacağı gibi, yardım nafakasının talebinin ölçüsü sübjektif değildir. Yani, talepte bulunanın kişisel ihtiyaçlarına göre tespit edilmez.
Nafaka isteyen kimsenin iyiniyetli olması gerekir. Bunun anlamı, kendi ihtiyaçlarını karşılaycak imkanları bütün çabasına rağmen temin edememesidir. Çalışma gücü ve imkanı olan bir kims, çalışmadığı için yoksulluğa düşmüşse, gerekli çabayı göstermediği için yoksulluk nafakası isteyemez. Fakat bir kimsenin, çalışamayacak duruma düşmesinde, kusurunun bulunmasının önemi yoktur. Örneğin, sarhoş otomobil kullandığı için kazaya uğrayan ve bu sebeple çalışamaz duruma gelen bir kimse, kusuru ile çalışma iktidarını kaybetmiş olmasına rağmen nafaka isteyebilir. Yargıtay, toplumsal düşünce ile daha da ileri giderek, çalışma imkanı olan, fakat öğrenimine devam ettiği için çalışamayan bir çocuğun da, öğrenimi süresince MK 364’e göre nafaka isteyebileceğini kabul etmiştir.
2.       Yardım Nafakası Yükümlüsü Yönünden
MK 364, yardım nafakası ödeme yükümlüsünün altsoy üstsoy hısımı olması ile kardeş olması arasında bir ayırım yapmaktadır.
a.       Nafaka Yükümlüsü altsoy üstsoy hısımı ise
Yardım nafakası yükümlüsü altsoy üstoy  hısımlarından biriryse, ondan nafaka istenebilmesi için sadece ödeme gücünün bulunması yeterlidir (MK 364/1)
Bu hısımlar, mali güçlerini zorlamadan müzayakaya (zor duruma) düşmeden yardım edebilecek durumdaysalar nafaka ödeme güçlerinin varlığı kabul edilir. Hiçbir geliri ve erveti olmayan kimseden nafaka istenemez.
b.      Nafaka yükümlüsü kardeşler ise
MK 364/2’ye göre, “Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri refah içinde bulunmalarına bağlıdır”. Bu
hükme göre, altsoy üstsoy hısımlarından farklı olarak kardeşlerin nafaka ödeme borcu altına girebilmeleri için sadece kendilerinin ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerin hayat tarzlarını önemli ölçüde etkilemeyecek gücüne sahip olmaları yeterli değildir. Kanun kardeşten anfaka istenebilmesi için refah içinde olmasını aramaktadır. Yargıyatın değişik kararlarına göre, “geliri, çevresi ve sosyal durumuna göre lüks sayılabilecek şeyleri sağlamaya elverişli bulunan ihtiyacı dışında herşeyi elde edebilecek bolluk ve zenginlik içinde olan kimse, refa halinde sayılır”.
c.       Sıra
Medeni kanun nafaka yükümlüsünün birden fazla olması halinde nafakayı talep edenin keyfi olarak bunlardan birini başvurmasını engelleyip adil bir düzen getirmek amacıyla MK 365/1’de bir sıralama öngörmüştür. Buna göre, “nafaka davası, mirasçılıktaki sıra gözönünde tutularak açılır”. Sıra sadece nafaka ile yükümlü olan
mirasçılar arasında söz konusudur.
III.             YARDIM NAFAKASININ MİKTARININ TESPİTİ
Yardım nafakasının miktarının tespitinde üst ve alt sınırların ne olacağı MK 365/2’de belirtilmiştir. Buna göre üst sınır, nafaka talebinde bulunanın geçinebilmesi için zorunlu olan miktardır. Alt sınır ise, nafaka borçlusunun mali (ödeme) gücüdür.
KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASI
            Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması kurumu, aslen İsviçre Medeni Kanunundan alınan ve akıl sağlığı
yerinde olmayan, alkol ve uyuşturucu maddelere bağımlı olan, tehlikeli ve ağır bir hastalığı olan ya da serseriliği bulunan bir kişinin hem kendi, hem de toplumun yararına tedavi, eğitim ve ya ıslah etme amacıyla elverişli bir kuruma yerleştirilmesi amacını güder. Aynı zamanda da Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kişi hürriyetini ve güvenliğini düzenleyen 19. Maddesinde yer alan özgürlüğün kısıtlanabileceği durumlardaki “toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi” hükmünü tamamlayıcı niteliktedir.
            Bu kurum, hukuk sistemimize 1 Ocak 2002 tarihli Türk Medeni Kanunu ile girmiştir ve 432. Maddede düzenlenmiştir. Bu maddenin gerekçesine bakıldığında kaynak olarak 1978 yılında İsviçre Medeni Kanununa ek olarak getirilen ve 1981 yılında yürürlüğe girmiş olan 397a-397f, 314a, 405a ve 406. Maddelerinin Türk Medeni Kanuna bu kurumun eklenmesi için esin kaynağı olduğu görülmektedir. Bu kurumun amacı, gerek kurumun düzenlendiği altıncı ayrımın başlığından gerekse de Türk Medeni Kanunumuzun 432. Madde hükümlerinden açıkça anlaşılmaktadır. Ruhsal ve ya ağır bedensel rahatsızlıkları ile toplum için tehlike oluşturan kişilerin tedavi ya da
ıslahlarını sağlamak üzere bir kuruma yerleştirilip orada alıkonulması genel olarak kurumun amacıdır. Kaynak İsviçre Medeni Kanunu ile Türk Medeni Kanunu kıyaslandığında, İsviçre Medeni Kanunu 397/a hükmüne göre yalnız kişiyi koruma amacı güdülmektedir. Fakat Türk Medeni Kanununun 432. Maddesinde “toplum için tehlike oluşturma” sebebi açıkça belirtilmiştir. Buradan çıkarılabilecek anlam, Medeni Kanununumuzun toplumun korunması olgusunu, kişinin korunması olgusundan daha ön planda tuttuğudur.
            Bir kişi hakkında koruma kararı çıkabilmesi için, öncelikle hakimin değerlendireceği ve oluşmadığı takdirde
talebi reddedeceği koşullar vardır. Bunları açıklamak gerekirse; öncelikle kişinin ruhsal ya da ağır bedensel bir rahatsızlığı bulunmalı, bu kişi ergin olmalı, toplum için tehlikeli olmalı, korunması başka türlü gerçekleştirilememeli, kişinin aile ve yakın çevresine külfeti çekilemez olmalı, bu kişinin tedavi ve eğitimi için elverişli bir kurum var olmalıdır. Hakimin karar verirken göz önünde bulundurduğu bu şartları açıklayalım.
1)    Öncelikle kişi, özgürlüğünün kısıtlanabilmesi için gerekli bedensel ve ruhsal rahatsızlıklardan birine sahip olmalıdır. Bu rahatsızlıklar akıl hastalığı ve ya zayıflığı, alkol ya da uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı rahatsızlıklar ve son olarak da serseriliktir.
            Türk Medeni Kanunumuza göre akıl hastalığı, bir kişinin akli melekelerini normalden farklı olarak yerine
getirememesidir. Bu kişiler akli faaliyetlerde normalden saparlar, gerçek olmayan ıle gerçeği birbirine karıştırırlar. Akıl zayıflığı ise hastalıktan farklı olarak, beyin fonksiyonlarının tam olarak gelişmediği ve yahut sonradan zayıflamış olduğu durumlardır. Böyle kişilerin özgürlüğünün kısıtlanması için bu durumlarını kanıtlar sağlık raporu gerekmektedir. Bu rapor ise alelade bir rapor değil, resmi sağlık raporu olacaktır. Kanun koyucu, Medeni Kanunumuzda bu şekilde öngörmüştür.
            Alkol bağımlılığı ise, alkollü içecekleri aşırı derecede tüketmek, bu içeceklerin müptelası haline gelmek
demektir. Bu kişiler içkiyi bırakma iradesini gösteremezler. O kadar müptela olmuşlardır ki, artık kendi iradelerini kaybetmişlerdir. İsteseler de alkolü bırakamaz ve ya da azaltamazlar. Uyuşturucu madde bağımlılığı ise eroin,
kokain, esrar gibi maddelere karşı kişinin bağımlılık geliştirmiş olmasıdır. Kişiler bu maddeleri almadıkları zaman krizlere girmektedirler. Bu kişilerin de kendi iradeleriyle bu maddeleri kullanmayı bırakmaları mümkün olmamaktadır. Bu kişiler için de özgürlüğün kısıtlanması kararının çıkabilmesi için öncelikle durumu belirten bir resmi sağlık kurulu raporuna ihtiyaç vardır. Burada resmi sağlık kurulu raporunun MK 436. Madde tarafından koşul yapılması önemlidir. Çünkü buradan, kanun koyucunun, özgürlüğün kısıtlanması ile bireyin en temel hakkını elinden aldığının farkında olduğunu, bu yüzden de işi şansa bırakmayıp alelade bir sağlık raporu yerine resmi sağlık kurulu raporunu dikkate aldığını anlıyoruz.
            Ağır tehlikeli ve bulaşıcı hastalıklar koşulunun açıklaması, Medeni Kanunumuzca yapılmamıştır. Ancak 432.
Maddenin gerekçelerine bakıldığı zaman örneklemeler görürüz. Kanun koyucu burada AIDS, kolera, verem, gibi rahatsızlığı olan ve toplum için tehlike olan kişilerin toplum yararına uygun bir yerde alıkonması öngörmektedir. Son olarak serserilik şartı ise yine kanunda açıklanmamıştır. Burada hakim serseriliğe kendisi takdir getirecektir. Fakat büyük ihtimalle kısas, haysiyetli ve düzenli bir yaşamın olmayışı, kişinin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmayışı sonucunda serseriliğe hükmedilecektir.
2)    Özgürlüğü kısıtlanacak kişi toplum için tehlikeli olmalıdır. Yukarıda sayılan hastalıklara sahip olup da kendi kendine yaşayan, etrafına zarar vermeyen kişiler için özgürlüğün kısıtlanması kararı çıkarılamaz. Bu kişi toplum için
açık tehdit oluşturmalıdır. Anayasa madde 19’da  da yine aynı şekilde temel hak ve özgürlüğün kısıtlanabilmesi için
kişinin topluma tehlike arz etmesi şartı vardır. Yani 432. Madde ve Anayasa 19. Madde hükümleri paralellik göstermektedir.
3)    Kişi ergin olmak zorundadır. Kanunumuzun 432. Maddesine göre özgürlüğün kısıtlanması kararı için kişinin ergin olması şartı getirilmiştir. Burada “birini zikretmek diğerini dışlamaktır ilkesi geçerli olmakla birlikte ergin  olmayan kişilere hükmün uygulanması mümkün değildir.
4)    Kişinin korunması başka bir yolla sağlanamamalı ve kişinin yakınlarına getirdiği külfet çekilemez olmalıdır. Medeni Kanunun 432. Maddesinde hakime bu konuda takdir yetkisi verilmiştir. Koruma amaçlı özgürlüğün kısıtlanması son çarede başvurulacak bir kurum olmalıdır ve hakim buna kesin ihtiyaç olduğuna inanmalıdır. Yoksa bu karar hükmetmez.
5)    Kişinin korunmasını sağlayacak; tedavi, eğitim ve ya ıslah amacıyla yerleştirilebileceği bir kurumun var olması gerekmektedir. Burada kanun koyucu kişi yararını gözetmiştir. Yani topluma zararlı olan kişilerin toplumdan
uzaklaştırması amacıyla MK 432. Maddeye başvurulması mümkün değildir.
            Yukarıda sayılan bütün şartların oluştuğu durumlarda hakim kişinin koruam amacıyla özgürlüğünün kısıtlanarak tedavi, eğitim ya da ıslah amacıyla elverişli bir kuruma yerleştirilmesine ve burada alıkonulmasına hüküm getirebilir. Burada yerleştirilmeden, kişinin cebir yoluyla, yani zor kullanılarak böyle bir kuruma yerleştirileceği, alıkonulmaktan ise, kişi kendi iradesiyle çıkmak istese de kurumda zorla tutulacağı anlaşılmaktadır.
            Bir kişinin özgürlüğünün kısıtlanması için kimlerin mahkemeye başvuracağı konusunda bir sınırlama
getirilmemiştir. Örneğin İsviçre Medeni Kanunu bu talep yalnızca yakınlarından gelebilir şeklinde bir sınırlama yapmıştır fakat bizim kanunumuzda aynı zamanda toplum yararı güdüldüğü için ve “toplum için tehlike” sartı getirildiği için toplumun bir parçası olan her birey topluma zararlı gördüğü bir kişi hakkında özgürlüğün kısıtlanması talebinde bulunabilir. Türk Medeni Kanunu kamu çalışanları için özel bir hüküm koymuştur. Bu hükme göre ise herhangi bir kamu çalışanı koruma amacıyla özgürlüğünün sınırlanması gerekebilecek bir kişi ile
karşılaştığı durumlarda bunu yetkili merciilere rapor ile bildirmek zorundadır.
            Bu başvuru talebi, MK. 397/II hükmüne göre kısıtlanması gereken kişinin yerleşim yerinin bulunduğu bölgedeki vesayet makamına, yani Sulh Hukuk Mahkemesine yapılacaktır. Aciliyet gerektiren durumlarda ise yerleşim yeri değil, kişinin bulunduğu yerde bu başvuru yapılır.
            Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması kararı çıkarsa, özgürlüğü kısıtlanana kişi ve yakınlarının 10 gün
içerisinde itiraz hakkı bulunmaktadır. Bu itiraz, kısıtlanan kişinin yerleşim yerindeki denetim makamına, yani Asliye Hukuk Mahkemelerine yapılacaktır. Bir kişi iyileşme sebebiyle kurumdan çıkarılmasını ister ancak bu istek
reddedilirse, bu red kararına itiraz da yine aynı hükümlere tabii olacaktır.
 

Medeni Hukuk


Önerilen Kaynaklar
1. AKINTÜRK, Turgut: Türk Medeni Hukuku, C.II, Aile Hukuku, 12. Bası, İstanbul
2. AKİPEK, Jale G. AKINTÜRK, Turgut: Türk Medenî Hukuku, C.I, Başlangıç Hükümleri-Kişiler Hukuku, İstanbul
3. AKYOL, Şener, Medeni Hukuka Giriş, İstanbul
4. DURAL, Mustafa/ÖĞÜZ, Tufan/GÜMÜŞ, Alper: Türk Özel Hukuku, C. III, Aile Hukuku, 4. Bası, İstanbul
5. DURAL, Mustafa/ÖĞÜZ, Tufan: Türk Özel Hukuku, C. II, Kişiler Hukuku, İstanbul
6. DURAL, Mustafa/SARI, Suat: Türk Özel Hukuku, C. I, Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, İstanbul
Dersin Amacı
Medeni Hukuk dersi; Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku ve Aile hukuku ana başlıkları genel hukuk ilkeleri, hukukun temel kavramlarına gerçek ve tüzel kişilerde, kişiliğin kazanılması, kişiliğin sona ermesi, hak ve fiil ehliyetine sahip olma, kişiliğin korunması, ad ve adın korunması yolları, yerleşim yeri ve gerçek kişilerin hısımlık ilişkileri, toplumun temeli olan aileyi oluşturan kişilerin aralarındaki hukuki ilişkileri düzenleyen kuralların ayrıntılı olarak incelenmesini amaçlamaktadır.
Dersin Öğrenme Kazanımları
1  Medenî Hukuk kavramlarını açıklayabilme.2  Başlangıç Hükümlerini ve hukukun genel ilkelerini, diğer hukuk dallarındaki hukukî ihtilaf/sorunlar ile ilgilendirebilme.3  Medeni Hukuk dersinin kapsamına giren konularda hukuku uygulayabilme.4  Medeni Hukuk kurallarının uygulanacağı konularda hangi hukuk kuralı/larının uygulanacağı konusunda doğru karar verebilme.5  Medeni Hukuk alanındaki kanuni düzenlemeleri, medeni hukuk yanında diğer hukuk dallarında da olaya uygulayabilme.6  Medeni Hukuk alanındaki mevzuat nedeniyle uygulamada ortaya çıkan sorunları tespit edebilme.7  Medeni Hukuk kurallarının eksiklikleri sebebiyle uygulamada ortaya çıkan sorunlara doktrindeki görüşleri de dikkate alarak çözüm önerileri üretebilme.